Psikolojik güçlüklere hastalık demenin 5 sakıncası nedir?
Psikolojik güçlükleri tanımlarken hastalık, tedavi gibi kavramları kullanmanın yaptığı belli yan etkiler var.
Genelde gözden kaçırılan önemli bir konu.
Bu gözden kaçırılan konuları fark etmek; bu sorunlara etkili bir şekilde yaklaşabilmek ve kalıcı çözümlere ulaşabilmek açısından çok önemlidir.
Hümanistik psikoloji, pozitif psikoterapi, antipsikiyatri gibi belli yaklaşımların bu konuda kazandırdığı önemli farkındalıklar var.
Ben de sana bu yazıda hem bu bilgilerle hem de kendi yorumlarımla birlikte psikolojik sıkıntılara hastalık olarak yaklaşmanın getirdiği 5 tane sakıncayı anlattım.
Öncelikle konuyu daha derinlikli işlemek açısından psikolojik güçlüklerin tarih içinde nasıl evrildiğini, bu sorunların çözümlenme sürecini anlatmam daha iyi olacak.
Tarihe baktığımızda psikolojik güçlüklerin bilimsel çözüm mercii tıp olarak görülmüş.
Tıp bilimi psikolojik sorunlara yaklaşırken sorunların biyolojik kökenleriyle birlikte ele alınması gerektiğini düşünmüş.
Sonradan bundan da sorumlu olan organın beyin olduğu fark edilmiş.
Düşüncelerimizden, soyut dünyamızdan sorumlu olan organ eğer beyinse o zaman psikolojik güçlüklerin de nedeni beyindeki sorunlardır.
Dolayısıyla bizim beyne müdahale etmemiz gerekiyor.
Beyinle alakalı tedaviler yapmamız gerekiyor, diye düşünülmüş.
Ancak psikolojik güçlüklere sadece biyolojik etkenlerle bakıldığı için bir noktadan sonra sorunları çözümleyemediği için çaresiz kalınmış.
Hatta psikolojik güçlükler tıp içinde en etkisiz ve sorunlara çözüm bulmakta en zorlanılan alanlardan biri olmuş.
Bu çaresizlik içinde de insancıl olmayan, deneysel, “tedavi” diye adlandırılan yöntemler denenmiş.
Tıbbın çaresiz kaldığı bu alan hep kanayan yara olarak kalmış.
Bu yüzden de farklı uzmanlar sürekli bir arayış içinde olmuşlar ve bu konuda çalışmalar yapmışlar.
Bu uzmanlardan en popüler olanı hatta bizim kendi alanımızda evrim yaratan uzman Sigmund Freud’dur.
Tıp doktoru olan Freud yaptığı çalışmalarla ilk başta biyolojik etkenlere bakmasına rağmen bu konuda belli bir sonuç almadığını görünce ve alanda da geçmişten beri bir tıkanıklık olduğunu fark edince çalışmaları farklı bir yöne doğru evrilmiş.
Birçok kimsenin fark etmediği de belli süreçlerin olduğunu bulmuş.
Öncelikle bilinç dışı, bilinçaltı kavramını ortaya atıyor.
Psikolojik güçlüklerin temelinde özellikle çocukluk dönemindeki belli yaşantıların, deneyimlerin, travmaların bulunduğunu ve bu işlenmemiş travmaların bilinç dışında kaydedilerek daha sonrasında gündelik hayatı etkilediğini ve psikolojik güçlüklerin de bununla bağlantılı olduğu kanısına varıyor.
Dolayısıyla da eğer ki bu durum belli yaşantılarla alakalıysa o zaman biyolojik yöntemle değil, konuşma yoluyla çözülmesi gerektiğini öne sürmüş.
Bizim şu anda bildiğimiz anlamda terapinin temellerini atmış.
Bu tamamen tıbbi olmayan, biyolojik olmayan bir çözüm yolunun olabileceğini ortaya koymuş.
O zamanlar birçok eleştiri de almış ama psikolojik güçlüklerin terapi yoluyla sonuç alındığı, iyileştirilebileceği fark edildikten sonra bu konuya daha cidiyetle yaklaşılmış.
Daha sonra birçok uzman farklı farklı terapi yaklaşımları, yöntemler önermiş, çalışmalar yapmış ve bunların da etkili olduğu görülmüş.
Günümüzde artık terapi yöntemi saygı duyulan, önemsenen ve geçerliği olan bir yöntem haline gelmiş.
Konumuzla bağ kuracak olursak geçmişte tıp içinden gelen, daha sonra ayrılan bir sektörde devam eden psikolojik güçlükleri ele aldığımızda hastalık, bozukluk, tedavi gibi kavramlar özellikle psikiyatristler tarafından bilimsel çalışmalarında ve kendi aralarındaki dil birliği için kullanılmaya devam edilmiş.
Tıbbi bir geçmişi olmayan sadece terapi yapan terapistler, hatta psikiyatristler de hastalık yerine “üzerinde çalışılacak konu, sıkıntı”; hasta yerine “danışan” kelimelerini kullanmayı tercih ederler.
Ama aslında terapistler içinde bile özellikle “bozukluk” kelimesi kullanılabiliyor.
Tüm bu kelimeler konusunda sakınca olup olmadığı ya da fark edip etmeyeceği ile ilgili hala belli tartışmalar var.
Henüz bir fikir birliği yok ama hasta yerine danışan demek gibi noktalarda terapistler arasında bir fikir birliği vardır diyebiliriz.
Gelen kişi sorunuyla geldiği için ona hasta dememiz de ne gibi bir sakınca var?
Bunu toparlayabilmek açısından 5 madde üzerinden sana anlattım.
1. Pasif Konumda Kalmak
Hastalık kelimesini kullandıkça medikal bir modelle yaklaşıp kişinin pasifleşmesine neden olunabiliyor.
Çünkü o zaman şöyle bir bakış açısı oluyor:
Eğer bende hastalık varsa demek ki bu beynimden, genlerimden gelen bir sorun.
Çevre beni hasta ediyor.
Dolayısıyla kişi “Bu durum beynimden, genlerimden ya da dışarıdan gelen mikroplardan kaynaklanıyorsa benim yapabileceğim bir şey yok.” noktasına geliyor.
“Eğer benim yapabileceğim bir şey yoksa, bundan ben sorumlu değilsem o zaman dışarıdan yardım almam, doktora gitmem gerekiyor. Doktorun da bana bir tedavi uygulaması ve bunu onun çözmesi lazım.” gibi kişi pasif bir duruma geliyor.
Nasıl ki kulak ağrın varsa doktora gidersin.
Doktor gerekli değerlendirmeleri yapar, teşhis koyar ve ona göre ilaç yazar ya da bir operasyon yapar.
Senin bu sorununu çözer, tedavi eder.
Psikolojik güçlüklere de aynı mantıkla bakıldığında kişi kendini pasif bir konuma çekiyor.
Uzmanı da aktif bir kurtarıcı gibi görüyor.
Halbuki psikolojik güçlükler, sıkıntılar kişinin kişisel gelişiminde, mevcut hayat koşullarında ya da geçmişten getirdiği kalıplarla alakalı birçok konuyla bağlantılıdır.
Bunu aktif bir şekilde analiz edip çözümlemek gerekir.
Böyle bakıldığında pasif bir konumda kalıp dışarıdan birinin kurtarması beklendiğinde birçok şey gözden kaçıyor.
Asıl sorunlar fark edilemiyor ve uzun süre devam ediyor.
Kişi; “Birçok doktora, uzmana gittim ama sıkıntılarım hala devam ediyor.” diyebiliyor.
Bu durum sektöre olan güveni de azaltabiliyor.
Burada sorun sektörün kendisi değil.
Sorun kişinin pasif konumda kalmaya devam etmesidir.
Gittiği uzman kişinin asıl sorunlarını fark etmediğinin farkında olmadıysa o noktada tabii ki bir tıkanıklık oluyor.
Şöyle de bir şey var:
Sorumluluğun önemli bir kısmının kendilerinde olduğunu söylemem beni okuyan bazı kişilerin hoşuna gitmiyor olabilir.
Bu da yüzleşilmesi kolay olmayan bir gerçektir.
2. Stigmatizasyon-Etiketleme Sorunu
Psikolojik güçlüklere hastalık gibi etiketlerle yaklaşılmasının da önemli bir sakıncası; stigmatizasyon dediğimiz etkilenme sorunuyla karşı karşıya kalmaktır.
Uzmanlar hem bilimsel çalışmalarda hem de bilimsel tartışmalarda aralarında dil birliği olsun diye belli tanı isimleri kullanırlar.
Panik bozukluk, obsesif kompulsif bozukluk gibi tanı isimlerini kendi varlığının bir parçası gibi hissedersen bu beraberinde negatif sonuçlar getirebilir.
“Bende ruhsal bir hastalık var.” gibi yaklaştığında hastalık etiketiyle haşır neşir olmaya başlıyorsun.
Bu da sende içsel bir sıkıntı yaratır.
Bu konuyu da sıkıntıdan sıkıntı duyma sendromu diye tanımladığım kavram üzerinden başka bir yazıda ele aldım.
Psikolojik hastalık kavramı negatif bir algı oluşmasına neden olabiliyor.
Uzmana gittiğini, dışarıdan bir destek aldığını söylediğinde karşındaki kişi “Aa ruhsal bir hastalığı var. Doktora gidiyor, tedavi görüyor.” gibi düşünüyor.
Böyle baktığımızda da bu durum birçok yere çekilebiliyor.
Bizim alanımızla alakalı da birçok ön yargı var.
Sadece çok büyük sıkıntıları olan kişiler böyle bir destek almalıdır, gibi bir görüş hakim.
Bu görüşü de ne yazık ki özellikle komedi türündeki dizi ve filmler besliyor.
Geçmişte bunun birçok örneğini sen de görmüşsündür.
İlgi çekici ya da dramatik olsun diye bizim alanımızı bilmeyen kişiler tarafından abartılı ve yanlış şekilde senaryolar yazılıyor.
Bir nevi uyduruyorlar.
Günümüzde daha güncel yapımlarda biraz daha gerçekliğe yaklaşan belli örnekler görebiliyoruz.
Bir uzman olarak şunu söyleyebilirim ki; yabancı yapımlar da dahil olmak üzere bizim alanımızı tam olarak gerçekçi bir şekilde yansıtan bir yapımı neredeyse hiç görmedim.
3.Asıl Sorunların Gözden Kaçırılması
Psikolojik sıkıntılara hastalık, tedavi kelimeleriyle yaklaşmanın diğer bir önemli sakıncası da; asıl sorunların görülememesine neden olmasıdır.
Depresyon hastalığı etiketi yapıştırılmış 2 kişi düşünelim.
Bu 2 kişinin birebir aynı olduğunu söyleyebilir miyiz?
Bu etiket 2 kişinin yaşamlarını tanımlar mı?
Açıkçası ben uzman olarak bunu duyduğumda kafamda bir sürü hipotez canlanır.
Birbirlerinin farklı olmasıyla alakalı birçok şey söylenebilir.
Çünkü belli sorunlarda o kadar çok faktör var ki…
Tek bir etiket hiçbir şey tanımlayamaz.
Geçmişten getirdiği belli yükler
İşlenmemiş travmaları
Hayata bakış açıları
Gerçekçi olmayan kalıplaşmış düşünceler
Mevcut beceriler
Somut sorunlara çözüm odaklı yaklaşıp yaklaşılmaması…
Daha bir sürü etken sayabilirim.
Bu etkenlerin farkında olmadan sadece “hastalık” kelimesine odaklanıp, bundan rahatsızlık duyup, “En iyisi ben doktora gideyim, bu sorunlar çözülsün.” diye düşündüğünde enerjini ve dikkatini verimli şekilde kullanmamış oluyorsun.
Asıl sorunlar gözden kaçırılabiliyor.
4. Duygulara Negatif Yaklaşım
Psikolojik sıkıntılara hastalık olarak bakılmasının en önemli sakıncalarından biri de; duygulara negatif şekilde bakılmasıdır.
Üzüntü, kaygı, öfke gibi duygular habis tümörmüş gibi, bu tümörün de ortadan kaldırılması gerekiyormuş gibi bir algı.
Böyle baktığımızda birçok şey gözden kaçırılıyor çünkü bu duygular habis tümör değil.
Aslında senin karşılanmayan ihtiyaçlarına yönelik işaretlerdir.
Eğer kaygıların varsa olmasından korktuğun bazı durumlar vardır.
Kaygı sana bunun için önlem alman gerektiğini söyler.
Ya da birine öfkelendiysen orada olan şey; değer verdiğin, önemsediğin bazı konuların ihlal edildiğini görüyorsundur, belli ihtiyaçların karşılanması engellenmiş olabilir.
Dolayısıyla öfke sana der ki; “Bak burada -içsel ya da dışsal- sıkıntı var, bu konuda bir şey yap.”
Bu ses-işaret doğrultusunda nasıl hareket ettiğin ayrı bir konu.
Yanlış ya da uygunsuz şekilde hareket edebilirsin.
Karşındakine zarar verecek şekilde sonuçlanabilir. Bu ayrı bir sorun.
Ama burada elçiye zeval olmaz diyebiliriz.
Elçinin kendisinde bir sıkıntı yok.
O mesajla birlikte sonrasında ne yaptığın psikolojik sıkıntılara neden olabilir.
5. Biyolojik Yaklaşıma Fazla Vurgu Yapılması
Psikolojik hastalık kelimesinin yarattığı önemli bir yan etki de; psikolojik güçlüklere tamamen biyolojik bir hastalıkmış gibi algıyı besliyor olmasıdır.
“Çünkü ortada hastalık varsa ve ben bir uzmana gidiyorsam o zaman bana ilaç yazılması gerekiyor. Ancak ilaçla beraber çözülebilir.” gibi bir beklenti.
Özellikle eğitim düzeyi biraz daha düşük kişilerde bunu daha çok görebiliyoruz.
Çünkü bu etkenlerin, faktörlerin önemli olabileceğiyle alakalı bilgi eksikliği olabilir.
Dolayısıyla böyle bir algı da devam edebiliyor.
2010 yılında hastanede çalıştığım dönemde bir danışanım destek alması için ergenlik sonlarında olan çocuğunu getirmişti.
Mevcut durumunu değerlendirip analiz ettikten sonra terapiyle devam edebileceğimizi ve bunun faydalı olabileceğini söylediğimde; “İlaç yazılmayacak mı? Psikiyatriste de gitmemiz gerekmiyor mu?” gibi bir cümle kurdu.
O noktada zaten psikiyatristle beraber çalışıyorduk.
Ama oradaki “Bu ilaçla çözülebilir bir şey. Başka türlü, konuşarak hallolacak bir şey değil.” vurgusu önemliydi.
Mevcut durum da bahsettiğim babanın da sorumluluk almasını gerektiren, iletişim anlamında çocuğuyla daha sağlıklı konuşmayı öğrenmesini de gerektiren bir durumdu.
Ama tabii ki orada daha pasif bir konumda kalıp biyolojik bir sorun olduğu ve ilaçla çözümlenmesi gerektiği yönünde beklentide olduğu için asıl sorunlar da görmezden gelindi.
“Psikolojik sıkıntılarda hastalık, tedavi kelimelerinin kullanılmasının yarattığı belli sakıncalar olabilir ama şizofreni, bipolar gibi biyolojik yükleri olan sorunlara da mı hastalık demek sakıncalı?” diye düşünüyor olabilirsin.
Bu güçlü biyolojik etkenleri olan sorunlara bakıldığında hastalık olarak etiket koymak belki o kadar sakıncalı olmayabilir.
Zaten şizofreni, bipolar gibi sorunlara baktığımızda da tıp içinde ilaçların gözle görülür şekilde en çok işe yaradığı alanlardır.
Ama yine de yukarıda bahsettiğim etkenleri de göz önünde tutmak, bunların bilincinde olmak lazım.
İlaçlarla bu sorunlar kontrol altına alınabiliyor.
Daha stabil hale gelinebiliyor.
Bu stabil halle birlikte ilişkilerinde, işinde başarılı olan birçok kişi var.
Dolayısıyla böyle bir gerçek varken bu etiketle hareket etmenin getireceği negatif algı, içsel sıkıntı gerçekten sakıncalı olabilir.
Daha hızlı ilerlemeyi, toparlanmayı güçleştirebilir.
Bu noktada örneğin; “Ben bipolar hastasıyım.” demek yerine “Bipolar hastalığı olarak adlandırılan duruma sahip olan bir bireyim.” diyebilmek, böyle hissedebilmek gerekiyor.
Buradaki “birey” vurgusu özellikle önemli.
Özetle kelimelerin senin iç dünyanı karıştırmasına, içsel dünyanı karartmasına izin verme.
Kelimeler uzmanların kendi aralarında teknik olarak kullandığı belli kavramlar.
Bunda büyütülecek, anlam yüklenecek bir konu da yok açıkçası.
Eğer psikolojik bir sıkıntı yaşıyorsan dikkat etmen, fark etmen gereken şeyler;
Buna eşlik eden düşüncelerim neler?
Neler hissediyorum?
Bu duygular doğrultusunda nasıl hareket ediyorum?
Bunların arkasında ne gibi ihtiyaçlarım var?
Neleri karşılamaya çalışıyorum?
Neler işe yarıyor?
Neler işe yaramıyor?
Tanılarla, terimlerle, etiketlerle uğraşıyor olman ya da bunların üzerinde düşünme sorumluluğunun tamamını bir uzmana bırakıyor olman sıkıntılarını devam ettirir.
Düşüncelerini, görüşlerini aşağıdaki yorumlar kısmında paylaşabilirsin.
Tekrar görüşmek üzere
Uzm. Psk. Cem Gümüş