Çocukluk döneminin getirdiği 5 dezavantaj nedir?
Çocukluk dönemimiz mükemmel geçseydi hayatımız kim bilir nasıl olurdu?
Belki de daha doyumlu ilişkilerimiz,
Daha başarılı kariyerimiz,
Daha varlıklı, mutlu hayatımız olurdu.
Biliyorsun biz psikologlar çocukluk dönemine inmeyi severiz.
Kişisel bir paylaşım yapacak olursam; travma terapisi özel çalışma alanlarından olan bir uzman olarak yeri geldiğinde çocukluk dönemine inmeyi severim.
Şaka bir yana, çocukluk döneminin kendine has belli özellikleri ve belli dezavantajları vardır.
Eğer bu yazıyı sonuna kadar okursan özellikle içindeki çocuğa nasıl yaklaşman gerektiğini
daha iyi anlayacaksın.
Böylece şu anki yaşında geçmişle alakalı konular tetiklendiğinde, ön plana geldiğinde izleyeceğin yolun temellerini daha sağlam şekilde atma şansın olabilir.
Kendi hayatındaki belli noktaları daha iyi analiz edebilirsin.
Bunu kendi kişisel gelişimin konusunda bir tohum gibi düşünebiliriz.
Doğduğun evin kaderin olduğunu düşünüyor olabilirsin.
Ya da insanın kendi kaderini kendisinin çizdiğini, daha sonra yaşadığı şeyler karşısında hayat kitabının kaleminin kendisinde olduğunu düşünüyor olabilirsin.
Ama her 2 koşulda da çocuk olduğun gerçeğinin kendi yaşam yolculuğuna nasıl bir etkisi olduğunu, çocukluk döneminde yaşanan deneyimlerin ne gibi dezavantajlara sahip olduğunu anlaman çok önemlidir.
Birçok çalışmaya göre artık bu kesin bir şey.
Çocuklukta yaşadığın deneyimler, zihinse, bedensel, sosyal gibi birçok açıdan hayatı olumlu ve olumsuz şekilde etkiliyor.
Ebeveynlerinin bu süreçte sana nasıl yaklaştığı da önemli bir belirleyici oluyor.
Tabii ki hayat sadece çocukluk döneminden ibaret değil.
Ergenlik, yetişkinlik döneminde yaşadığın deneyimler de senin kişilik gelişiminde önemli bir paya, etkiye sahip.
Bu yazıda seninle paylaştığım 5 dezavantaj nedeniyle çocukluk döneminde yaşadığın deneyimlerin hayatına daha büyük etkileri olabiliyor, daha derinlerde kalıplaşmış düşüncelerin, davranışların kazınmasına neden olabiliyor.
1. Hayata Boş Sayfayla Başlamak
Çocukluk döneminin getirdiği dezavantajlardan ilki; hayata boş bir sayfa olarak başlıyor olmak.
Hayata geldiğinde boş bir sayfa olarak başlarsın.
Hiçbir şey bilmiyordun.
Uzaydan gelmişsin ve dünyayı yeni yeni tanıyor gibi bir durumun vardır.
Bu noktada anne-babanı, özellikle bebeklik döneminde daha çok bağlı olduğun, sana destek veren anneni model almak durumunda kalıyorsun.
Ailen seni hayata hazırlar ve sana birçok şeyi öğretir.
Nasıl iletişim kurulur?
Duygular nasıl fark edilir?
Bu duygular sonrasında nasıl hareket edilir?
Bir anlaşmazlık yaşandığında bu nasıl çözülür?
Strese karşı nasıl bir şekilde yaklaşmak gerekir?
Stresle nasıl başa çıkılabilir?
Hayatta önemli olan değerler, yaşam felsefeleri nedir?
Tüm bunları aileden öğreniyor, onlardan olduğu gibi alıyorsun.
Daha sonraki hayatında da bu senin için bir alt yapı oluşturuyor.
Dolayısıyla bir taraftan da kendi içinde önemli riskler taşıyor.
2. Hızlı Öğrenme
Çok hızlı bir şekilde öğreniyorsun.
O kadar hızlı alıyorsun ki bu bilgileri herhangi bir süzgeçten geçiremiyorsun.
Mesela dili ne kadar hızlı öğreniyorsun, değil mi?
Bu hızlı öğrenmenin sağladığı bir avantaj.
Ama diğer taraftan da her şeyi çok hızlı şekilde aldığın için daha sonra bunlar senin için bir belirleyici oluyor.
Çünkü bu bilgileri doğrudan kullanıyorsun.
3. Filtrelerin Olmaması
Hızlı öğrenmeyle paralel olan diğer bir dezavantaj da; bu hızlı şekilde öğrendiklerini filtreden geçirmiyorsun.
Öğrenecek o kadar çok şey var ki bunları olduğu gibi almak gerekiyor.
Zihin çok fazla doluyor ve doldurduğu bilgileri çok fazla işlediği için filtreden geçirmek pek de pratik olmuyor.
Filtrelerden geçirmediğin için aldığın belli negatif kalıplar ve çok işlevsel olmayan kalıplar da doğrudan bünyene alınıyor.
Dolayısıyla çocukken belli filtrelerin yoktur.
Bunun diğer bir nedeni de soyut düşünme kapasitesinin henüz gelişmemiş olmasıdır.
Bir şekilde annen ya da babandan öğrendiğin belli kalıplar senin için eleştirilerecek şeyler değildir.
Onların hata yapabileceğini düşünmezsin.
Ön yargıları, filtreleri katı olan kişiler nasıl ki öğrenmeye pek açık değildir, dışarıdan bir şey almazlar; çocuklar da tam tersidir.
Filtre koymadıkları için de zarar görme ihtimalleri artıyor.
Örneğin; anne-babası ayrılan bir çocuk, anne-babasının kendisinin yüzünden ayrıldığını düşünebiliyor çünkü ettikleri kavgalarda kendi adı geçiyor.
Halbuki anne-babanın başka sorunları var.
Çocukla alakalı, anne-babalık yapmakla alakalı konular bu sorunların tetikleyici bir unsuru sadece.
Ama çocuk; “Demek ki ben kötü bir çocuğum, benim yüzümden oldu.” gibi düşüncelerle bunu kendi üzerine alıp daha sonra da kendini kötülemeyi öğreniyor.
Diğer bir örnek; çocuğun babası akşam işten yorgun şekilde eve geliyor ve koltuğa oturup televizyon izliyor.
Çocuk gelip babasıyla oyun oynamak istiyor.
Baba da yorgun olduğunu, kendisinin oynamasını söylüyor.
Çocuk o noktada yorgunluğun ne olduğunu filtreden geçirip alamayacağı için kendi üzerinden “Babam benimle oynamıyor demek ki benimle zaman geçirmek istemiyor. Beni sevmiyor. Demek ki ben sevilebilecek, değerli birisi değilim.” gibi kalıplarla değerlendiriyor.
Tabii ki bunun birçok akşam yaşandığını düşünelim.
Bir noktadan sonra çocuk bunu mevcut koşulları göz önünde tutarak değerlendirmiyor.
4. Kaynak Eksikliği
Çocukluk döneminde bizi daha kırılgan kılan önemli dezavantajlardan bir tanesi de; kaynaklarımızın yetersiz olmasıdır.
Çocuğun hem içsel hem de dışsal olarak en önemli kaynağı ailesidir.
Çocuk anne-babasının sahip olduğu kaynaklardan istifade eder.
Dolayısıyla yetişkinlikteki gibi belli avantajlara sahip değildir.
Yetişkinlikte başka kaynaklar da devreye girer.
İçsel olarak hem daha çok boyutlu düşünebiliriz, daha mantıklı hareket edebiliyoruz, özgüvenimiz daha yüksek oluyor hem de dışsal olarak hayatımızdaki başka kişilerden, yakın ilişkilerden sosyal kaynak sağlayabiliyoruz.
Bir mesleğe sahibiz, kendi ayaklarımız üzerinde durabiliyoruz.
Bunun getirdiği ayrı bir güven hissi var.
Ama bir çocuk bunlara sahip değil.
Dolayısıyla ailesine bağımlı ve muhtaç olmak durumundadır.
Bebekken en üst seviyede bu durum.
Tek kaynağımız bize bakım veren, eğer o olmazsa hayatta kalamayız.
O derece kaynaklarımız yetersiz.
Daha sonra, büyüdükçe yürümeyi, kendimize bakım vermeyi öğreniriz, okul yaşamıyla birlikte aileden daha bağımsızlaşmaya başlarız.
Böyle bir sürecimiz var.
Ama yine de özellikle bebeklikten sonraki dönemlerde, küçük çocukluk dönemlerinde de bu bağımlılık hala ön planda oluyor.
Dolayısıyla ebeveynin burada nasıl bir kaynak olduğu çok belirleyici oluyor.
Maddi olarak bağımlısın, atılacak adımlarda, alınacak kararlarda, içinde bulunacak çevrelerde aile belirleyendir.
Bu şartlar içinde de ihtiyaçlarını karşılamak zorunda kalıyorsun.
Tabii ki akraba ya da öğretmen gibi başka kaynaklar devreye girdikçe bazen çocukların kaynak eksikliklerini doldurabildiklerini görebiliyoruz.
Ancak herkesin böyle kaynak şansları olmayabiliyor.
Dolayısıyla kaynak eksikliği çocukluk döneminin önemli bir dezavantajıdır.
5. Ambivalans Duygular ve Güvensizlik
Çocukluk döneminin getirdiği en önemli dezavantajlardan bir tanesi de; ambivalans duygular nedeniye anne-babaya karşı kendini açmanın ve onlara yaklaşmanın o kadar kolay olmaması.
Ambivalans duygu, karışık duygulara sahip olmak anlamında.
Mesela anne-babana karşı hem sevgi hem de nefret hissetmek.
2 duyguyu aynı anda yaşamak, bu duyguları ayrıştıramamaktır.
Dolayısıyla da belli duygularla yüzleşmek burada ekstra zor hale geliyor.
Bu noktada yukarıda anlattıklarım daha anlamlı hale gelecek.
Anne-baban eğer senin için hayatındaki en önemli kaynaksa, hatta tek kaynaksa onlarla aranız iyi tutsan akıllılık edersin.
Çünkü onlardan başka sahip olduğun kaynak yok.
Onlara sırtını dayadığında arkanda durabileceklerini hissetmek istersin.
Buna ihtiyaç duyarsın.
Onları güçlü görmek istersin.
Onların kusurlu, hatalı, zayıf, eksik, belli sorunlara sahip kişiler olduğunu görmek güvensiz hissettirir.
Düşünsene güvendiğin, inandığın, sana kaynaklık edecek kişi o kadar da sağlam bir kaynak değil.
Bu gerçekten insana güvensiz ve kötü hissettirir.
Bu kısım çok önemli;
Herhangi bir sorun yaşadığında anne-babanı eleştirmek, onların sorumlu olduğunu düşünmek yerine kendi üzerine alırsın.
Mesela baban; “Kendin oyna, şu anda yorgunum.” dedi.
O noktada “Benim bu isteğimde yanlışlık var. Bunu istememem lazımdı. Babam bana kızdığına göre sorun bende.” düşünmeye başlarsın ve kendi üzerinden değerlendirirsin.
Aslında bu sana daha güven verir.
Çünkü diğer türlü babanı, zamanı iyi yönetemeyen, enerjisini iyi dengeleyemeyen, senin ihtiyaçlarına özenli bir şekilde gereken azmi gösteremeyen, belki de duygusal anlamda biraz ihmalkar olduğunu düşünmek sana iyi gelmez.
İşin içinde böyle bir gerçeklik var.
Ya da diyelim ki annen, senin yaptığın hatadan dolayı çocukken seni dövdü.
O noktada seni dövdü diye anneni suçlamak yerine “Ben cezalandırılmayı hakediyorum, kötü bir şey yaptım. Kötü bir şey yaptıysam cezalandırılmam gerekir. Yapmamam lazım.” diye düşünceler içine girersin.
Belki de o noktada kendini kötü, yaramaz bir çocuk olarak görmeye başlarsın.
Bu sana kötü duygular verse de, iyi hissettirmese de o koşullar içinde güven verir.
Anneni sorunlu, duygusal anlamda ihmalkar, belli sıkıntılarıyla başa çıkmakta zorlanan, duygu yönetiminde sorunları olan birisi olarak görmek sana iyi gelmez.
Yetersiz bir anneye sahip olduğunu hissetmek daha sonraki hayatı keşfetme sürecinde güvenli bir limanının olmadığı gerçeğiyle seni yüzleştirir.
Bu da korkutucu bir şeydir.
Daha iyi anlaman açısından belki şöyle aktarabiliriz.
Daha geniş açıdan bakacak olursak; politikada da böyle bir durum vardır.
Oy verdiğin partiye güvenmek istersin.
Oy verdiğin partiden başka senin için bir alternatif yoksa eğer o partinin her zaman doğru adımlar atacağına güvenmek istersin, hata yapmamasını istersin.
Oy verdiğin parti iktidara geldiyse; yapılan icraatlarla ilgili belli sıkıntılar yaşıyorsan o noktada bunu partinin suçu olarak görmek yerine koşulları suçlarsın.
Hataların partiden kaynaklandığı gerçeğiyle yüzleşmek sana zor gelir.
Çünkü “E ben kime oy vereceğim o zaman?” gibi bir düşünce içine kapılmak seni huzursuz ve güvensiz hissettirir.
Çocuklukta eğer bu dezavantajlarla birlikte belli sorunlar yaşadıysan ve belli kalıplar bu dezavantajlar nedeniyle daha çok oturduysa ne yapman lazım?
Bir yetişkin olarak kendini daha hazır hissediyorsan, artık bu dezavantajlara sahip olmadığını hissediyorsan buna göre hareket etmen, belli tamamlanmamış işleri fark edip bunları tamamlamaya, içsel olarak belli taşları yerine oturtmaya başlaman lazım.
Karşılaştığın belli güçlüklerle ilgili olarak, kendi kişisel gelişimin için bu güçlüklerin sana ne söylediğine karşı uyanık olman lazım.
Bağlanma yaraları ve çocukluk travmaları benim özel ilgi alanlarımdan biri olduğu için bu konuyla alakalı birçok içerik yayınlamayı planlıyorum.
Eğer bu konu ilgini çekiyorsa yorumlar kısmına özellikle merak ettiklerini yazabilirsin.
Tekrar görüşmek üzere
Uzm. Psk. Cem Gümüş
2 Responses
40 yaşına bastım halen çocuklugumda ki travmalarla boguşuyorum.Aslında kontrol altina almış ve beynimi susturup rahatlatmiştim ama dogum yapunca tekrar tetiklendi.Yavruma olan sevgim ve sefkatım onu özveriyle yetiştirip gözümden sakininmamla, benim çocukluğum bir zıtlık olusturunca boyle de yapilabilirmiş annelik ve babalık diye daha da çok kızdım.Bilinçsizce çok çocuk yapıp,doğru dürüst bakmayıp ve sevmeyip madur edişlerine.Şimdi 3.5 yaşında kızım biraz duruldu kafam. sosyal olarak da virusten dolayı sosyal yalıtımdayım maruz kalmıyorum akrabaya onunda katkisi var.kpss ye tekrar girmeyi düşünüyorum.sinav kaygısı için emdr araştırınca sizi buldum umarım.umarım yolumuz bir gün düşer ofisinize de yararlanirim bu tedaviden.kolay gelsin Cem bey.Saygılarımla.
Paylaşım için teşekkürler. Başarılar diliyorum, kendinize iyi bakın..